Sezin Öney
Erken Seçim ve “Değişen Gerçekler”
Ünlü ekonomist John Maynard Keynes’e atfedilen (ama diğer bir çok örnekte olduğu gibi aslında kimin söylediği belli olmayan) bir söz var: “Gerçekler değiştiğinde, ben de fikrimi değiştiririm. Ya siz ne yaparsınız?”.
Durum değişirse fikirler de değişir: seçmenler ve erken seçim isteği ile kesin söyleyebileceğimiz bir şey varsa bu.
Siyasette “yumuşama” ve “normalleşme” paradigmaları arasındaki sarkaçta tartıştığımız süreçte Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “31 Mart seçimleri sonrası politik çizgisine” dair tartışmalar sürerken, erken seçim konusu da gündeme gelmeye başladı.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, 27 Haziran’da ilk kez bu kadar net ve açık bir çıkış yaptı erken seçimlerle ilgili. Özel, önce BirGün gazetesinden Doğan Tılıç’ın sorularını yanıtlarken “erken seçim” konusundaki düşüncelerini dile getirdi:
“Bence 5 yıl tamamlanmaz, tam ortasında bir erken seçim olur, bugünden bir buçuk yıl sonrası bir erken seçimi olası görüyorum. İstiyor muyum? Valla gelecek hafta olsun istiyorum erken seçim.”
Sonra, medyadan kendisine bu konuda sorular yönetildiğinde, erken seçimlerle ilgili düşüncelerini “neden nasıllarıyla” daha da detaylandırdı.
Daha detaylı açıklamalarını da alıp özetlersek, tek cümlede ne diyor Özel?:
“Yerel seçim sonuçları, iktidarın halkın iradesini meşruiyetini yok ettiyse de, iyi niyetimizle erken seçim için hemen bastırmadık; ama ‘normalleşme’ şansını da berhava eden iktidar, erken seçime giden koşulları kendisi hazırlıyor: biz hazırız-kendileri bilir.”
Tüm bu çerçevede “yeni” olan, Özel’in erken seçim için bir tarih telaffuz ederek, kamuoyunun zihninde bir tarihinde oluşmasını sağlamak: 2026’yı seçim yılı ilan ediyor.
“Bugünden 1,5 yıl sonra erken seçim” gibi bir “final tarihi” konması, bu hükümet için de bir “son kullanma tarihi” biçilmesi demek.
Hükümete “son kullanma tarihi” koymak neye yol açar?
Haziran başındaki kamuoyu araştırmaları, kamuoyunun erken seçime yönelik güçlü bir iradesi olmadığını düşündürtür yöndeydi:
31 Mayıs – 3 Haziran tarihleri arasında düzenlenen Yöneylem’in anketinde, kamuoyunun yüzde 43’ü erken seçim istiyor ve yüzde 47.8’i de istemiyor gibi gözüküyordu.
7-8 Haziran’da Di-En Araştırma’nın İstanbul’da düzenlediği araştırmaya göre, %46.9 erken seçim isterken, %25.7 de istemiyordu. Bu araştırmada, %27.4’lük bir grup da kararsızdı. Araştırmanın açıklandığı günlerde, Di-En Araştırma’nın yöneticisi Tacire Baktaş ile katıldığımız bazı programda şu yorumu yapmıştım:
Evet; Mayıs sonu-Haziran başı, Türkiye genelinde yapılan araştırmalarda seçmenin erken seçim arzusu baskın çıkmıyor. Ancak, seçmenler önlerinde bir “somut bir gerçeklik” olduğunda net bir yönelim oluştururlar. Varsayımlar üzerinden hesap yapmazlar. Seçimlere ilişkin de, bir çok belirsizlik var: seçimler olacak mı olmayacak mı, muhalefetin Cumhurbaşkanı adayı kim olacak, muhalefet seçmene iktidar olduğunda nasıl bir Türkiye hayali ve hedefi sunacak?
Kaldı ki; İstanbul, bir çok açıdan “Türkiye trendlerini”, yönelimlerini belirleyen bir kent. “İstanbul’un seçmenlerinde erken seçim arzusu oluşmuşsa, muhalefetin hedef koymasıyla, Türkiye genelinde de benzer bir yönelim oluşabilir” diye de eklemiştim.
İstanbul özelindeki, diğer bir husus, kentin kafasında net bir lider figürünün oluşmuş bulunmasıydı. 2019-2024 döneminde beş kez sandık başına giden İstanbul, tercihini hep muhalefetten yana kullanmıştı. Ve Ekrem İmamoğlu’nun İstanbulluların zihni ve muhakemesinde “net bir lider figürü” olarak yer etmesinin önemli bir rolü vardı.
Seçmen seçim yorgunu mu?
Erken seçim konusunda da Özgür Özel, daha önceki aylarda “Siyaset sokağın sesini duyma sanatı, sokakta sürekli seçim ortamından yılgınlık var” diyor ve ekliyordu, “erken seçimin, gerçekten vatandaşın talebi olması lazım.”
“Seçim yorgunluğu” benim de sık kullandığım bir kavram; ama öbür tarafından bakarsak, “seçim alışkanlığı” var da diyebiliriz.
2010 referandumundan beri, Türkiye’de toplam 16 “genel seçim” veya “genel seçim havasında geçen sandık süreci” yaşandı.
2010 referandumu, 2011 genel seçimleri, 2014 cumhurbaşkanlığı seçimleri, 2014 yerel seçimleri, 2015 Haziran genel seçimleri, 2015 Kasım genel seçimleri, 2017 referandumu ve 2018’de, çifte seçimler-genel seçimler ve cumhurbaşkanlığı seçimi, 2019’da yerel seçimler ve tekrarlanan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimi, 2023 genel ve cumhurbaşkanlığı seçimleri, 2024 yerel seçimleri…
Ortalamaya vurursak, 2020’ye kadar her 10 aya bir seçim düşüyordu. Zira AK Parti, meşruiyetini “sandıkla” sağlayan; “seçim bağımlısı” bir siyasi yapıydı. Önce Cumhur İttifakı birlikteliğine girişilmesi ve özellikle de 2019’da İstanbul’un iki kez kaybedilmesiyle, AK Parti de “hava su gibi” ihtiyaç duyduğu seçimlerden uzaklaşmaya başladı. Öyle ki Cumhurbaşkanı Erdoğan, 31 Mart yerel seçimleri sonrası, sıklıkla “seçimsiz dört yıl” (hatta bazı konuşmalarında 5 yıl da dedi) vurgusu yapmaya başladı.
Erdoğan, Kurban Bayramı dolayısıyla partisinin 81 il teşkilatıyla videokonferans aracılığıyla düzenlenen bayramlaşma programında da “seçimsiz” döneme yeniden vurgu yaparak şöyle dedi:
“Türkiye'nin, seçimler sebebiyle oluşan gerilimli atmosferi süratle geride bırakıp, tüm kapasitesiyle geleceğe odaklanması gerektiğine inanıyoruz…Önümüzdeki seçimsiz dört yıl..bir tek günün bile heba olmasına fırsat vermeyeceğiz.”
Erdoğan, kendi tabanı başta olmak üzere, tüm Türkiye seçmenlerinde yarattığı, “seçim alışkanlığını” tamamen askıya alarak gerçekten dört seneyi “sandıksız” geçirmeye çalışabilir mi?
“Son kullanma tarihi” resmen konmuş ve en önemlisi de, ekonomik krizden çıkamayan bir hükümetle zor…Ancak, yoğun bir baskı dönemiyle bu mümkün olur: o dönemin sonunda da, baskı ve krizi bir arada yaşatana kimse oy vermez.